Sıska küyehlanında yol alan baş kahraman Don Kişot bir devler ordusuna meydan okuyor. Onun gözlerinde görevi, sevgili leydisi Dulcinea adına bu dev yaratıkları mağlup etmek. Ancak bu yiğitlik yanlış temellere dayanıyor. Yaveri Sanço Panza’nın da ona defalarca açıkladığı üzere onlar dev değil; sadece yel değirmenleri. Ama Don Kişot yılmıyor, bir elinde mızrağıyla değirmenlerin gazabına uğruyor. Şevki hiç kırılmıyor, şövalye gururla kendini gösteriyor ve görevine daha da sıkı bağlanıyor.
Bu olay örgüsü Don Kişot’un niçin bu kadar sevildiğini kısaca özetliyor: Alonso Quijano’nun epik, mantıksız ve duygu yüklü hikâyesi, beceriksiz ama cesur Manchalı Don Kişot, diğer adıyla Acıya Göz Yumanların Şövalyesi. Aslı iki cilt hâlinde yayınlanan eserin olay örgüsüde Don Kişot, Kuzey ve Güney İspanya’ya seyahat ederek şeytani güçlerle savaşır.
Don Kişot’un muhteşem hayal gücüne karşın yaratıcısı Miguel de Cervantes kitabının dünyanın en çok satan romanı olacağını hayal dahi edemezdi. Asker olarak beş yıl kapalı kapılar ardında, beş yıl da korsanların esiri olarak Cervantes hayatının çoğunu sıkıntı içinde bir şair ve yazar olarak geçirdi. En büyük eserini ancak 50’li yaşlarının sonuna geldiğinde yayınlatabildi: Şövalye romanlarına dair epik bir hiciv. Bu esnada şövalyeler ve ahlaki görüşlerini anlatan macera dolu ortaçağ romanları Avrupa kültürünü etkisi altına almıştı. Cervantes’in kendi de bir hayran olsa da bu tekrar eden kitaplardan bıkmıştı, kitaplar karakter gelişimi üzerinde değil, kahramanlık becerisi üzerinde duruyordu. Bu kitaplara meydan okumak için Don Kişot’u yazdı; günlerini gece gündüz şövalye romanları okuyarak geçiren bir hidalgonun, başıboş bir asilzadenin hikâyesi. Bu hikâyeleri okuyarak aklını kaçırıyor, kendini mağdurlar için savaşan bir şampiyon ilan ediyor. Kasabadaki herkes onu bu delilikten vazgeçmesi için ikna etmeye çalışıyor, kütüphanesindeki göze çarpan kitapların bazılarını yakacak kadar ileri gidiyorlar.
Ancak Don Kişot durdurulamaz. Parlak zırhını giyip kuşanıyor, sıska atının üzerine çıkıyor ve zafer arayışıyla kasabayı terk ediyor. Cervantes’in romanı cesur şövalyenin şanssızlıklarını anlatan bir dizi bölümden oluşuyor. Diğer şövalye kitaplarının ve hatta tüm diğer kurguların aksine Cervantes’in hikâyesi baş kahramanın iç yaşamını çok derinden irdeliyor. Öykü ilerledikçe Don Kişot da olgunlaşıyor, fark edilir bir dönüşüm geçiriyor. Bu edebi keşif sayesinde pek çok akademik kişilik Don Kişot’u ilk çağdaş roman kabul etti. Üstelik bu karakter gelişimi tek başına olmuyor. Hikâyenin başında Don Kişot’a Sanço Panza isminde eski köylü bir silahşör katılıyor. Sanço ve Don Kişot iki farklı çalışma konusu: Biri ayakları yere basan bir realist, diğeri ise idealizm öncüsü. Canlı ve verimli arkadaşlıkları baş kahraman ve onun yardımcısı orijinal ikilisi olarak yüzyıllar sürecek kurgusal ortaklıklara ilham veriyor.
Don Kişot inanılmaz bir başarı elde etti. 17. yüzyılda Avrupa’da defalarca basıldı. Hatta günah oldukları gerekçesiyle kiliselerin tüm kitapları yasakladığı Amerika kıtalarında bile okuyucular korsan basımlarla kitaba erişti. Kitap öylesine beğenildi ki okuyucular daha fazlasını istedi. Rakip bir yazar sahte bir devam öyküsüyle bu başarıya dâhil olmaya çalışınca Cervantes hikâyenin devamını yayınladı. Artık birinci ve ikinci cilt tek cilt hâlinde satılıyor ve ikinci cilt birincisinin bittiği yerde başlıyor ama artık Don Kişot ve Sanço halk kahramanları. Tıpkı gerçek hayattaki gibi Cervantes, romanının başarısını karakterlerinin dünyasına dâhil etti. Bu alışılmadık sonradan farkındalık stili felsefi bir karmaşıklık ortaya çıkardı, şövalye ve silahşörü hikâyenin anlamı üzerine fikir yoruyorlar. Ne yazık ki Cervantes, kitabın yayın hakkını çok az kişiye sattı. Ün içinde tek başına vefat etti. Ama yaratıcılığın ve bireyselciliğin gücü üzerinde yazdığı bu tez sanat, edebiyat, popüler kültür ve hatta siyasi devrimlere bile ilham verdi.
Don Kişot’a göre hayal gücümüz hareketlerimize yön verir, bizi değişim yapma gücüyle donatır ve gerçekten de bizi insan kılar.