Sinema filmlerinde insanı en çok etkileyen sahnelerden biri de, batan bir gemiden kurtulan kazazedenin okyanusun ortasında, küçük bir filika içinde kurtulmayı beklerken, çevresindeki dünya dolusu suya rağmen susuzluktan komaya girdiği sahnedir.
O zaman insanın akima ister istemez “insanlar niçin deniz suyunu iç(e)miyorlar” diye sormak geliyor.
Aslında sorunun cevabı kolay gibi görünüyor: “Çok tuzlu da ondan.” “Olsun, yaşamak için en çok ihtiyacımız olan şeyler oksijenden sonra zaten su ve tuz değil mi, ana rahmindeki çocuğun bulunduğu ortam sadece su ve tuzdan oluşmuyor mu, deniz suyunu içip ikisini de beraberce vücudumuza alsak ne olur ki” denilebilir ama öyle değil işte.
Deniz suyu vücuttaki kandan üç-dört kat daha tuzludur. Hemen hemen tüm canlıların kanlarındaki tuz oranı yüzde 0,9 iken deniz suyunda bu oran yüzde 3,5’dur. Vücudumuzda kandaki tuz oranını kontrol eden bir sistem vardır. Deniz suyu içildiğinde vücut hemen içine giren fazla tuzu atmaya çalışır. Önce hücrelerde bulunan tatlı suyla tuzlan süpürüp böbreklere yollar, oradan da idrarla dışarı atar. Hücrelerden aldığı su, tuzlan temizlemekte yetersiz kalırsa diğer dokulardan da su çeker. Bu nedenle deniz suyu içildiğinde içindeki tuzu atmak için vücut ondan daha fazla suyu kendi bünyesinden harcar ve tekrar tatlı su içme ihtiyacı duyar. Deniz suyu içmeye devam edildiğinde insan kendini her seferinde daha fazla susamış hisseder.
Aslında vücudumuzda, hücrelerde ve dokular arasında iyi bir su rezervi vardır; oluşan su kayıplan anında dengelenir. Sağlıklı bir yetişkin günde bir litre kadar deniz suyu içse bile (bu arada tatlı su da içiyorsa) pek sorun olmaz, vücut aşın su kaybetmeden dengesini bulur.
Deniz suyu içmeye devam edilirse, önce sırasıyla susama, iştah kaybı, deri kuruması, idrarda azalma ve renginin koyulaşması ile uyuklama halleri görülür. Devam edildiğinde baş ağrısı, tansiyon düşmesi, nabzın yükselmesi ve baş dönmesi, daha da devamında hayal görme ve şuur kaybı nöbetleri oluşur. Bu son safhada tıbbi müdahale yapılmazsa ölüm kaçınılmazdır. İnsan bu noktaya gelene kadar vücudundaki suyun yüzde 15 ’ini kaybetmiş olur.
Deniz suyunu tatlı suya çeviren makineler çok uzun zamandan beri gemilerde kullanılıyor. “Evaporayter” adı verilen bu cihazların tuzdan arındırdıkları tatlı sular genellikle geminin dizel makinelerinin tatlı su (soğutma suyu) ile personelin kullanma suyu ihtiyacını karşılamada kullanılıyor. Zorda kalındığında içine kimyasallar konularak içilebiliyor. Evaporayterlerde basit olarak deniz suyunu kaynatmak, tatlı su kısmını buharlaştırıp tuzdan ayırmak, sonra tekrar soğutup yoğunlaştırmak şeklinde özetlenebilecek “distilasyon” denilen eski bir teknik uygulanıyor.
Gemilerde deniz suyunu ısıtmak için makinelerin ısısından, buharı tekrar soğutup yoğunlaştırmak için deniz suyundan yararlanılır, yani işlemde kullanılan enerji için dışarıdan enerji alınmasına ihtiyaç yoktur. Halbuki bu işlemi dışarıda yapmaya, yani küçük bir kıyı kasabasının tatlı su ihtiyacını denizden elde etmeye kalkışıldığında, ısıtma ve soğutma için gerekli enerjinin maliyeti nedeniyle ekonomik olmaz. Tabiatta bu operasyon kendiliğinden oluşmakta, güneş ısısı deniz suyunu buharlaştırmakta, yükselen buharlaşmış su da soğuk hava ile karşılaşıp yoğunlaşarak yağmur şeklinde, tatlı su olarak yeryüzüne dönmektedir.
Günümüzde deniz suyundan tatlı su elde etmede, aşırı basınç altındaki deniz suyundaki su moleküllerinin, geçirgenliği yoğunluğa göre ayarlanmış özel zardan tatlı su tarafına geçmelerine, geçerken de tuz iyonlarının bloke edilmesine dayanan “tersine osmos” denilen bir teknik revaçtadır. Ancak hala pratik ve ekonomik bir sonuca ulaşılabilmiş değil. Her yerde kullanılabilecek, düşük enerji gereksinimi olan yüksek verimli bir cihazın günümüzün gelişmiş teknolojisinde bile hala üretilememiş olması ise şaşırtıcı.
Merak ettiğim bir konuydu teşekkürler.