İlk olarak, Büyük Liman boyunca ilerlerken, büyük sütunları ve heykelleri görmek için gözlerinizi dört açmalısınız. Körfezden geçerken, bir zamanlar Büyük Deniz Feneri’nin bulunduğu ada, solunuzda kalacaktır. Kraliyet Bölgesi’ndeki saraylara yöneldiğinizde ve bir zamanlar İskenderiye Kütüphanesi’nin bulunduğu alana vardığınızda, köpek balıklarını görmek için tetikte olmalısınız. Çünkü İskenderiye’nin bu bölgesini ziyaret ederseniz, Akdeniz’in yaklaşık 4,5 metre derinliğinde olacaksınız. İnsanlar Platon’un kurmaca Atlantis’ine oldukça aşina olsalar da, birçok su altı şehri gerçekten mevcut. İskenderiye gibi yerler, Port Royal, Jamaika ve Pavlopetri, Yunanistan.
Suya gömülmüş şehirler, atalarımızın yaşantılarını, gezegenimizin dinamik doğasını ve birbirleri üzerindeki etkilerini anlamamıza yardımcı olması için bilim insanları tarafından araştırılmaktadır. Su; yaşam, yiyecek kaynakları ve ulaşım için vazgeçilmezdir. Bu nedenle birçok şehir, sahil kenarlarına ve nehir kıyılarına kurulmuştur. Oysa, bu yararlar birtakım riskleri de beraberinde getirmiştir. Çünkü şehri sular altına gömebilecek doğal güçler, kapının eşiğindedir.
Örneğin, deprem. 7 Haziran 1962, Jamaika, Port Royal’de sıradan bir sabah gibi görünüyordu. Burası, o zamanlar, dünyanın en zengin limanlarından biriydi. Fakat, korkunç bir deprem ile sallanınca Port Royal’in üçte ikisi bir anda çatılarının hizasına kadar suya gömüldü. Bugün, çoğu bina ve günlük yaşamın ana unsurları, şaşırtıcı bir şekilde, deniz tabanında, zamanla donmuş olarak el değmemiş bir halde durmaktadır. Buna Port Royal’in Karayip Denizi’ne gömüldüğü dakika olan 11:43’te durmuş 300 yıllık bir cep saati de dahil.
Milattan önce 373 kışında, Yunan şehri Helike öyle şiddetli bir depremle sarsıldı ki, deprem şehrin kurulduğu kumlu zemini eritti. Dakikalar sonra, şehri tsunami vurdu ve Helike, şehir sakinleriyle birlikte Akdeniz’in derinliklerine gömüldü. Yüzyıllar sonra, Roman turistler oluşan kıyı gölünde sandalla açılacak ve şehrin kalıntılarına bakmak üzere dalış yapacaklardı.
Depremler, şehirleri bir anda sulara gömebilecek, aniden gerçekleşen, öngörülemez felaketlerdir. Şans eseri, tarih boyunca batık şehirlerin çoğunluğu, tek bir sarsıcı olayla değil, kademeli bir şekilde artan aşamaların birleşimiyle sular altında kalmıştır.
Örneğin, bilinen en eski batık şehir olan Pavlopetri, 5.000 yıl önce Yunanistan’ın güney sahilinde inşa edilmişti. Bu, deniz seviyesindeki eş basınçlı değişim nedeniyle sular altına gömülmüş bir şehir örneğidir. 18.000 yıl önce, Buz Devri sona erdiğinde, buzullar erimeye başladı ve deniz seviyesi yaklaşık 5.000 yıl öncesine kadar dünyanın dört bir yanında yükseldi. Deniz seviyesindeki eş basınçlı değişimin nedeni eriyen buzullar değildir. Buna, yer kabuğunun, eriyen buzulların ağırlığından kurtularak, bazı yerleri yükseltecek bazı yerleri batıracak şekilde bükülmesi neden olur. Pavlopetri çevresindeki zemin, yılda ortalama bir milimetrelik bir oranla batmayı sürdürüyor.
Oysa eski halk, yaklaşık 3.000 yıl önce şehri tamamen terk edene kadar birkaç kuşak boyunca, giderek ana karaya çekilmeyi başarmıştı. Bugün, dalgıçlar Pavlopetri’nin sokakları üzerinde yüzüyor ve tarihi kapılardan geçerek, evlerin ve toplu konutların temellerine dalış yapıyor. Orada yaşamış insanların ardında bıraktığı şeyleri gözlemleyerek onlar hakkında bir şeyler öğreniyorlar.
Deprem, tsunami gibi doğal jeolojik olaylar milyonlarca yıldır yaptıkları gibi kıtalarımızı şekillendirmeye devam edecek. Artan küresel ısınma hızlanan oranlarla buzul tabakamızı erittikçe ve deniz seviyeleri yükseldikçe bizler de, Pavlopetri halkı gibi yeni koşullara uyum sağlamak durumunda kalacağız. Kuşkusuz, gelecek yüzyıllar boyunca bugün yaşadığımız bazı sahil bölgeleri de eninde sonunda sular altında kalacak. Venedik, New Orleans, Amsterdam, Miami ve Tokyo gibi. Gelecek uygarlıkların, bugün yaşadığımız şehirlerin kalıntıları arasında yüzerken, bizim hakkımızda neler öğreneceklerini hayal edin.