Hava değişimleri, farklı ortamlarda bulunma, yediğimiz besinlerdeki mikroorganizmalar yoluyla pek çok mikropla karşılaşırız. Vücudumuz bu mikroplara karşı direnç gösterir. Ancak her hastalığın etkeni farklı olduğu gibi tedavi süreci de farklıdır. Bakteri ve bazı parazitlere karşı tedavi süresini kısaltmak ve istenilen sağlığı elde etmek için başvurduğumuz yöntemlerden biri de antibiyotiklerdir.
Antibiyotikler, yaşam karşıtı anlamına gelir. Zararlı bakterilerin yol açtığı hastalıkların tedavisinde kullanılan kimyasal maddelerdir.
1800’lü yıllarda Louis Pasteur’ün “Bazı mikroorganizmalar diğerlerini öldürüyor.” görüşü, mikroorganizmaların çevresel değişikliklere hızla uyum sağlayabildiğinin öngörüsüdür.
Antibiyotik direnci (bakterilerin antibiyotiğe direnç geliştirmeleri) tedavi dozunda değişikliklere neden olur. Direnç, tedavi dozunun bakterileri öldüremediği ve çoğalmalarını önleyemediği anlamına gelir. Direnç geliştiren bakteri bir süre sonra ortamdaki dirençsiz bakterilere gen aktararak olanların da dirençli hâle gelmesine neden olur. Antibiyotik direnci, ilk kez 1930‘larda bir askeri hastanede ortaya çıkmıştır.
Hastanelerin özellikle yoğun bakım ve yenidoğan ünitelerinde dirençli bakteriler ciddi sağlık sorunlarına neden olabilmektedir.
Antibiyotik direnci hakkında farkındalık yaratmak amacıyla akıllı ilaç kullanımı uygulamaları başlatılmış, ulusal ve uluslararası çalışmalar arttırılmıştır. Bu yüzden dünyanın herhangi bir bölgesindeki sorun, tüm dünyanın sorunudur. Küresel sorunlardan biri olan antibiyotik direncine karşı yeni antibiyotiklerin keşfedilmesi düşünülmüş ancak çoklu antibiyotik direnci gösteren mikroorganizmalar gelişmiştir. Daha sonra değişen mikroorganizmaların sayısı ve çeşitliliği hızla artmıştır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO, DSÖ), 2011 dünya sağlık günü temasını ‘‘antibiyotik direnci’’ olarak belirlemiş; tüm dünya insanlarının bu konu hakkında düşünmeleri ve sorumluluk almaları gerektiği vurgusunu yapmıştır. Gereksiz, etkisiz, yüksek maliyetli ilaç kullanımı çeşitli boyutlarda sorunlar doğurmuştur. Antibiyotik direncinin hep var olduğu ve olacağı, antibiyotiğin mikroorganizmayla etkileşimi sonrasında, güçlenen organizmalara karşı, yeni bir antibiyotiğin bulunamayacağı düşünülmektedir. Bundan dolayı klinik açıdan önem taşıyan direnç mekanizmaları ve dirençli bakteri türlerinin zaman içinde sürekli değişime uğrayacağı bilinerek yeni direnç mekanizmaların neler olabileceği üzerinde çalışmak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Antibiyotiklerin Tarihsel Serüveni
17. yy
- Kemoterapötik olarak adlandırılmış kimyasal maddeler, enfeksiyon etkenli hastalıkların tedavisinde kullanılmaya başlandı.
1800-1909
- Louis Pasteur: “Bazı mikroorganizmalar diğerlerini öldürüyor!” fikrini açıkladı.
- Paul Ehrlich “Seçici toksik etki” kavramını ortaya attı.
1928
- Sir Alexander Fleming, penisilini (Penicillium notatum) küften elde etti.
1930-45
- Alman Farmakolog Gerhard Domagh, sülfonamid antibiyotiğini kullanımını başlattı.
- Oxford Üniversitesi Tıp Fakültesi araştırmacıları, streptokok enfeksiyonlarında penisilinin yüksek etkinliğini deneysel olarak kanıtladılar. (Penisilin tozu mucizesi)
1945
- Sir Alexander Fleming: “Penisilin direnci oluşabilir.” fikrini öne sürdü.
1930-1960
- Antibiyotiğin isim babası Selman A. Waksman, tüberküloz tedavisi için streptomisin etken maddesini buldu.
- Geniş spektrumlu antibiyotikler geliştirildi.
Harika bir yazı teşekkürler.